1C – Wollongong

Yerli halk arasında ‘The Gong’ olarak hitap edilen Wollongong, sahil kesiminde Kiera Dagı’nın eteklerinde yatan küçük bir şehir. Şimdi saygın bir üniversitesi bile var ama o günlerde şehirin varlık nedeni Broken Hill Proprietary (BHP) şirketinin demir çelik fabrikasında çalışacak iş gücünü sağlamaktı. Bu fabrika o kadar önem taşırdı ki, okullar fabrikaya turlar düzenlerdi. Bugun bile Avustralya sanayisinin lokomotifi, devi ve gurur kaynağı olarak anılır. 

Avustralya ekonomisi açısıdan bakılırsa, bizim ülkeye getirilişimizin nedeni Türk vatandaşına rüya gibi hayatlar yaşatmak değil, büyüyen bir ekonominin çalışanlarını garantilemek içindi. Kaldıki daha beş yıl öncesi 1966 yılında ‘Beyaz Avustralya’ politikası gevşetilmeye yeni başlamıştı ve ancak 1973 yılında göçmenlere vatandaşlık hakkı verildi.

Bitmek bilmeyen bir uçak yolculuğu ve ardından iki saate varan donma tehlikesiyle geçen otobüs işkencesinden sonra Wollongong’un kuzeyinde bir hostele getirildik. İşte burada ipler koptu ve sinirler boşaldı. Ankara’da bırakılan dostlar, çatı aralarına istiflenip getirilemeyen eşyalar, huzurlu iş ortamı ve bilip konuştuğun, dertlerini paylaştığın lisan, hepsi bunun için mi terk edilmişti?  Annem ve babam  uzun bir süre ağlamıştı. 

Yerleştirildiğimiz Fairy Meadow Migrant Hostel, 1955 yılında göçmenleri ağırlamak için inşa edilen bir baraka topluluğu idi. Kanadalı’lı bir subay tarafından 1916 yılında tasarlanan ve askeri amaca yönelik kullanılan bir yapı (Nissen Hut). Avusturalaya bunu modifiye edip sivil ‘misafir çalışanları’nı barındırmak için kullanıma sokmuş.  Yarım daire şeklinde, beyaza boyanmış oluklu çelik ile kaplanmış barakalar çok basit bir yaşam alanı sağlıyordu. Tuvalet, banyo, çamaşır ve yemekhane dışarıda muhtelif yönlerdeydi.

Annem ve babam, yerini, yurdunu bırakıp dünyanın obür ucuna iki küçük çocuğu ile gidip kendilerini böyle bir yerde bulmuşlardı. Duvarda elektrik düğmesi bile olmayan, epeyce aradıkdan sonra tavandan sallan bir ipi çekerek ışıkların yandıgını öğrenen, moralleri sıfırlanmış iki pişman çift.

Bilmiyorum kafiledeki diğer aileler de aynı duygular içerisindemiydi ama bizim barakada çaresizlik, korku ve pişmanlık hakimdi. 1974 yapımı, Tunç Okan’ın yönettiği ‘Otobüs’ (The Bus) filminden bir sahneydi sanki. Film, bir otobüs ile Türkiye’nin kırsal kesiminden Isveç’e kaçak götürülüp, soyulan ve pasaportları çalınarak Stockholm’un ortasında otobüs içerisinde terk edilen bir takım erkeklerin çaresizliğini sergiliyordu. Bizimkilerin pasaportları çalınmamıştı ama terk edilmişlik hisleri çok gerçekti.


Posted

in

by

Tags:

Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *