Türkiye’ye ‘temelli’ olarak düşündüğüm dönüşüm 1987 yılında gerçekleşti. Her ne kadar bir zorunluluk olmasa da, ben vatan, millet, Sakarya duygularımla ailemi Sydney’de bırakıp İstanbul’a indim. Birkaç ay yakınlarımla yaşadıktan sonra kendi dairemi tuttum ve Avusturaly’dan eşyalarımı göndertirerek ‘naklihane’ yapmış oldum. Bu da başlıbaşına bir macera idi ama hiç girmeyeyim Türkiye’nin o dönem gümrük mevzuatına. Yeni yüzyılda değiştimi bilmiyorum ama 1988 yılında altı ayımı almıştı. Gitmediğim ve görmediğim memur, amir, müdür kalmamıştı.
Eşyalarımı gümrükten çekmem her ne kadar beni kanırtmış olsada, askerlik başvurum bambaşka bir süreçti. Askerlik şubesine gittim üniversite denkliğini istediler. YÖK’e gittim lise denkliğini istediler. Avustralya’dan lise diplomamı gönderttim ve Milli Eğitim’e gittim denklik almak için, ilkokul diplomamı istediler. Avustralya’da böyle birşey yoktu zaten. Kimse ilkokul’dan mezun olmaz. Mutlaka orta okula devam eder. Aylar geçti ve bir türlü akere girememiştim. Ne kadar ironik. Kaçmıyor, girip onsekiz ay askerlik yapmak istiyorum ama almıyorlar. Pes ettim ve ancak altı sene sonra bedelli olarak Burdur’da kırkbeş gün yaptım. Bedelinide çalıştığım banka ödemişti. Niyet neydi akıbet ne oldu. Hiç askerlik arkadaşımda olmadı. Bu kısa zaman dilimi içerisinde ne dayanışma gerekti, ne de büyük tehlikeler atlattık beraber. Bizi klasik anlamda birbirimize kilitleyen bir olay veya zorluk yoktu. İçtima alanında aylay aylak dolaştık ve bolca kitap okuduk. En büyük tehlikemiz kapuska yemeği zehirlenmesi olabilirdi ama o da olmadı. Bugüne dek kapuskadan nefret ederim.
Askerde arkadaşlık olmadı ama ben o zamana gelene kadar Türkiye’de dostluğun ne olduğunu çok iyi biliyordum. Avustralya’da büyürken arkadaşlarım çok iyi idi. Spor yaptık, diskolarda ve konserlerde eğlendik. Türkiye’ye gittim sekiz sene kaldım, döndüm ve gördümki arkadaşlarım aynı rehavette devam etmiş. Konular pek değişmemiş ve alışkanlıklar süregelmiş. Halbuki beni Türkiye evirmiş, çevirmiş adam etmişti. ‘Adam’ kelimesi burada hem mecazi anlamda ‘olgunlaştırmak’ hemde yaş itibariyle evli, barklı adam anlamına geliyor.
Hadi diyelim her evlenen erkek ‘adam’ olamıyor ama Türkiye’de ben gerçekten çok sayıda ‘adam’ gibi adam/kadın ile tanıştım ve dostluk kurdum. Bu değerli insanlar ve beraber içinde yaşadığımız zengin toplumsal kültür bana çok şey kattı. Bu arkadaşlarım beni müzik, sanat, tarih, ve felsefe ile tanıştırdı. Kalpden kalbe konuştuk, dertlerimizi, çoşkularımızı paylaştık. Avustralya’ya döndüğümde bunu aradım arkadaşlarımda ama bulamadım ve halen bulamıyorum. Bıraktım zaten aramıyorum.
Avustralya’ya yerleşen Türk arkadaşlara tavsiyem: zorlamayın. Türk arkadaşım olacak diye başkalarında olmayan bir takım karekter unsurlarını onlara yüklemeyin. Ne o kişi bunu hak ediyor, ne de siz günün sonunda aradığınızı buluyorsunuz. Eşimle beraber biz bu yollardan çok geçiık ve ilişkileri zorlamamanın en iyi politika olduğunu gördük. Türkiye’de kurduğumuz ilişkiler o joğrafya ve toplum dinamiklerine mahsus ve Avustralya’da aynı dinamikleri yakalamak mümkün değil. Buranın dinamiklerini benimsemek ve ‘Aussie’ dostluklar geliştirmek en doğrusu. ‘Aussie’ dostluk nasıl olduğunuda başka bir bölüme bırakayım.
Leave a Reply